Geçtiğimiz Haziran ayında yayınladığı "Has Arabesk" albümüyle dinleyicileri sürpriz bir projeyle buluşturan Şevval Sam; arabesk müziğin ustaları Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Kibariye gibi isimlerden duymaya alışkın olduğumuz eserleri tekrar yorumladı. Arabeskin sadece bir müzikten ibaret olmadığına inanan Şevval Sam'la, arabesk olgusunu ve 70'li yıllardan bugüne arabeskin gelişimini konuştuk.
Sizi tekrar bir proje albümle fakat bu defa arabesk söylerken dinliyoruz. Arabesk söylemeye nasıl karar verdiniz?
Ben proje albümleri yapmayı seviyorum çünkü müziği algılayışım itibariyle zaten bunu bir tarza göre ayırmaktansa iyi ve kötü örnekleriyle ayırıyorum. Dolayısıyla hangi tarz olursa olsun, iyi örneklerini dinlemeyi de söylemeyi de seviyorum. Kimi sesime daha uygun şarkılar oluyor. Uyanları belli konseptler içerisinde dinleyicilerle paylaşmaktan hoşlanıyorum.
Peki yeni bir tarz arayışı içinde miydiniz? "Has Arabesk"in çıkış noktasına nasıl geldiniz?
Bir arayış içerisinde değildim aslında ama bir gün evde canım arabesk dinlemek istedi. Biraz dinledikten sonra patronumu aradım. Bizim 10 yıl önceki hayalimizdi aslında. "Bir gün bir arabesk albümü yapsak ne şahane olur" diyorduk. Bu anlattığım iki buçuk sene önceki bir dönem. "Hatırlıyor musun, yapsak mı acaba?" dedim. "Hadi gel bakalım" dedi, gittim şirkete, oturduk repertuvar yaptık. Sonra araştırmalara girdik, kimler bu işi nasıl yapar diye. Bir de Türkiye'de arabesk sadece müzikten ibaret değil, sosyal bir olgu olduğu için ağır bir araştırma olsun istedim. Konsepti 70'lerin alt yapılarında duymak istedik. Çünkü müziğin ilk ortaya çıktığı dönemlerdi ve her müzik ortaya çıktığı dönemde daha masumdur. Onun daha masum olduğu dönemleri ve organik alt yapısını duymak istediğimiz için İlyas Tetik'in müzik direktörlüğünü yaptığı bir albüm ortaya çıkardık.
Albümün adını "Has Arabesk" koymanızın sebebinde, arabeskin masumiyetini ortaya çıkarmak var mıydı?
Aslında biraz dokunuyor o masumiyete. Bu müzik 70!lerde çok ciddi bir karşılık buldu. Ticari bir formül olarak kullanılmaya başladıktan sonra, 80'ler itibariyle arabesk de masumiyetini yitirmeye başladı. Geri dönüp baktığımız zaman gerçekten o ruhu taşıyan şarkıları duyduğumuzda "İşte bu has arabesk" diye bir cümle ortaya çıktı. Onun üzerine de adını "Has Arabesk" koymak istedim. Aslında içinde bir mizah duygusu da var. Çünkü artık öle bir arabesk müzik yok, o dönemine ait bir müzik ve bunun hası da o dönemlerdeydi. Biz de o dönemleri yapmak istediğimiz için bu adı verdik. Has aynı zamanda arabesk jargonunda da kullanılan bir kelime. O yüzden "Has Arabesk" koyduk.
Repertuvar seçerken çok ciddi kriterleriniz de olmuştur...
Belli kriterlerimiz vardı. Birincisi arabesk tarihinde iz bırakmış sanatçıların seslendirdiği en az bir şarkı olmasıydı. İkincisi o şarkının da arabesk tarihinde iz bırakmış olması ve herkesin bildiği bir şarkı olmasıydı. 80'lerden sonra yapılmış güzel şarkılar da vardı ama biz onları da 70'lerin alt yapılarıyla kaydettik ve okuduk. Mesela "Annem" şarkısı 70'lere ait değil. "Bana Sor" da 80'lerin şarkısıdır. Fakat arabeskin 40 yıl içerisindeki konumunu da, bugüne kadar bir iki örnek daha ekleyerek o kriterler üzerinden bir repertuvar yaptık. Ben bir arabesk albümü yapmadım aslında. Arabeskin bir albümünü yaptım.
"Bu şarkıyı mutlaka koymalıyım" diye düşündüğünüz şarkılar hangileriydi?
"Yalnızım Dostlarım", "Benim Dünyam" ve "Annem"i istiyordum. Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur gibi isimlerin şarkılarıyla beraber, İbrahim Tatlıses'in "İçiyorsam Sebebi Var" şarkısını istiyordum. Örneğin bu, daha popüler olmamış, alttan alttan belli bir kitleye ulaşmış bir şarkıdır.
Albümü yayınlamadan önce, şarkıları orijinal sahiplerine dinlettiniz mi?
Yok dinletmedim. Çok da piyasanın içinde yaşayan biri olmadığım için kimseyle karşı karşıya da gelemedik. Kendi dünyası içinde yaşayan biriyim. Dolayısıyla böyle bir temas hiç olmadı. Denk gelmedi herhalde.
Birbirinden değerli isimlerin şarkılarını seslendiriyorsunuz. Üzerinizde büyük bir sorumluluk hissetmişsinizdir. Bu sorumluluk baskısını nasıl pozitife çevirdiniz?
O tip bir iddia koymadığınız zaman, zaten samimiyet ve iyi niyet devreye giriyor. Eleştiren de olabilir, beğenen de olabilir. Hepsi kabulüm. Ben kendime ait bir albüm yaptım. Arabeskin albümünü yaptım ve kendim söyledim. Dolayısıyla kıymetli isimlere selam durduğum, tarihe baktığım, buna sosyolojik bir çalışma gibi baktığım ve iddialaşmadığım için, negatif bir duygu uyandıracağımı düşünmedim. İnsanlar arabeskin Türkiye'ye nasıl geldiğini bilmiyorlar. Albümde bunun sosyolojik karşılığına dair bir araştırma da var. Türkiye'deki arabesk pozisyonu ayrıca tartışılıyorsa, söylenecek başka cümleler var. Müzikal olarak bizde iz bırakmış şarkıların boşa gitmesini istemem. Bu da bizim gerçekliğimiz. Evet, bu topraklarda arabesk üretildi. Buna arabesk denildi, "x" de denilebilirdi. Şekillerle ilgilenmemek gerek. Arabesk aynı zamanda sosyal bir kitlenin de yansımasıydı ama o sosyal kitlenin o hale dönüşmesinin altında devlet politikaları vardı. Sosyo-ekonomik şartlar vardı ve onların kaderleri de vardı. Sanat bir ifade biçimidir. Kişilerin ya da toplumların duygularını bir şekilde ifade eder, açığa çıkarır. Bu insanlar acılar çektiler. Bu şarkılar trajik içerikli, sancılı olabilir ama o insanlar da bu acıları çektiler, bu yadsınamaz bir gerçek.
Şarkıları yorumlamak için vokal koçlarıyla çalıştınız mı?
Bunun için özel bir çalışma yapmadım ama şarkıyı deşifre etme noktasında, şarkının teknik ve duygusal içeriğini de deşifre ettim. Arabesk daha önce de dinlediğim için tavrına dair bir fikrim vardı zaten. Sıfırdan popülist bir hareketle yapmadım. Gırtlak nağmelerine dair İlyas Tetik bu anlamda beni yönlendirdi. Kayıtlar kısa sürdü, bir haftada kaydettik. İki sene süren albümler gibi bir albüm değil bu. O ilk enerjisinin olmasını her zaman seviyorum. Daha ileriki tarihlerde belki o şarkıları daha iyi söyleyeceğim. Söyledikçe hazmedecek olabilirim ama benim o ilk sevgim bir daha yakalanmayacak bir şey. Söyledikçe bitecek bir enerji. O yüzden o ilk söylemenin heyecanı, gizli telaşını duymayı seviyorum. "Sek"te de aynı telaş vardı. Yıllardır söylüyorum o şarkıları ama "Sek"te ve arabeskte gizli bir telaş vardı. O telaşı ben bir daha hiçbir zaman yakalayamayacağım. Onun ilk olma hali. Onu yakalayamayacağım için de işitsel olarak çok kendimi yormadan, gerekli yerlere gerekli süslemeleri koyup, İlyas Tetik direktörlüğünde albümü kaydettik.
Girdiğiniz tüm proje albümlerinin altından büyük başarılarla kalktınız. Peki arabesk üzerine belli bir iddianız var mıydı?
Bazı şarkılar vardır, zaten esas sahiplerinden onu dinlemişizdir ve o bitmiştir. Bir daha üzerine yorumlamaya gerek olmayan şarkılardır ama "Ben de söylerim" gibi bir iddiam yoktu. Ben arabeskin bir albümünü yaptım ve o şarkıları ben de söyledim. Bu albüm, ustalara bir selam göndermedir. Teşekkür yazısının sonunda "Dinlemeyen, dinleyen, küçük gören, acısını çekmiş, keyfini sürmüş herkese saygılar" diye bir tabir var. En çok da Özer Şenay'a... Arabesk tarihinde çok ciddi düzenlemelere imza atmış ve üç yıl önce kaybettiğimiz bir isimdir. Bu albüm onlara da bir selam niteliğindedir.
Arabesk müziğe önyargılarla bakılan bu dönemde, siz bu yargıları hiç umursamadan bir arabesk albüm yaptınız. Arabesk, sizin için ne ifade ediyor?
Bende arabeskin cesaretle bir paralelliği yok. Ben "Cesaret işte, bak kolay değil herkesin bunu yapması" gibi bir tavırda değilim. Bu polemiklerin hiç birine de girmedim açıkçası. Onlar sosyolojik tartışmalar ve beni de ilgilendirmiyorlar. Dediğim gibi başka bir platformda onlar tartışılabilir. Ben müzikle ilgileniyorum. Biraz da oyunculuk gibi algıladım bu albümü. Arabesk bir karakteri sinemada oynasaydım, herkes performansımı sinematografik olarak değerlendirecekti. Belki o proje iyi oynasaydım ödül alacaktı. Ticari bir takım şeyler girdiği için, insanı başka şekillerde karşılıyorlar. Bir yerden cesaret gösterme ihtiyacı hissetmeden, içimden geldiği gibi bir şey yaptım. Sadece bu şarkılar var, aralarında benim çok sevdiklerim de var. Bu şarkıları söylemek bir şarkıcı için de çok eğlenceli. Çünkü oradaki gırtlakları ben alaturkada kullanamıyorum. Onun başka bir disiplini, tavrı ve üslubu var. Ben arabeskin tavrını orada kullanamam, alaturkanın tavrını da arabeskte kullanamam. Arabesk, alaturkayı ucundan kirletmiş olur. Arabeski de zerafet halinde söyleyemem çünkü o daha vahşi bir müzik. Biraz daha yavan ve sert bir müzik. Bu ne demektir, farklı rolleri ve karakterleri kendi analitik sonucuna göre hayata geçirmek gibi bir şey. Bir rolü oynuyorsanız o rolün psikanalizini yaparsınız. Bir müzik yapıyorsanız o müziğin gerektirdiklerini yerine getirirsiniz. Oynarken oyuncu için, söylerken şarkıcı için dünyanın en eğlenceli şeylerinden biridir. Ben bu süreçte çok eğlendim. Arabesk kültürün ortaya çıkardığı bir figür değilim. Şarkıları söylemek aynı zamanda bir deşifre istiyor. O ruhu da deşifre etmelisiniz. Orada bir topluma da bakıyorsunuz orada bir yaşam tarzına, sosyolojik bir olguya da bakıyorsunuz. Bu da bana ilginç geliyor. Ben ne yapacağım şimdi, bu anlayışa tamamen hayır mı diyeceğim? "Ben ve onlar" mı diyeceğim? Hayatımdan ben ve onlar kelimesini kaldırma ve bu farkındalığı yaratma çabasındayım zaten. Aynı şey; etnik onlar, kültürel onlar, sosyolojik onlar, maddi onlarda da geçerli. Ben zaten bu ayrımcılığa karşıyım. Farklılıklar zenginliktir gerçekten, renktir. Kimi kahverengiyi çok sevmez ama bir tonu vardır gerçekten çok tatlıdır, kombinasyonlar yaptığınız zaman çok seversiniz. Önemli olan olguya ışık tutup içindeki renkleri fark edebilmek. Müziğe, edebiyata, sinemaya, hayata böyle bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Dolayısıyla müziğe bakışınız da bu farklılıktan mı geliyor? Günün birinde bir pop albümü de yapabilir misiniz?
Pop albümü yapamam. Müziği derinlemesine incelemeyi, hikayelerin derinlerine dalmayı seviyorum. Dolayısıyla pop müzik bana daha günlük ve sığ geliyor. Hakaret gibi algılanıyor ama eleştirmiyorum, o başka bir format. Onda derinlik aramanın anlamı yok. Ben derinlere inmeyi seviyorum, bir renk istiyorum. Pop müziği çok güzel söyleyen insanlar var. Ben bunu zaten, öyle hissetmediğim için beceremiyorum. Hayatı algıladığım gibi müziği algıladığım için, farklılıklar bundan sonra bambaşka bir şey de olabilir. Bu beni özgür kılıyor aynı zamanda. İnsanlar her an her şeyi yapabileceğimi anladılar. Bunu bir hedef kitle belirlemiyor. 7'den 70 yaşına kadar dinleyicim var. Çok zenginden, çok fakirine kadar farklı koşullardan insanlar var. İnançları olan, olmayan ya da Türk veya etnik başka bir kimliği olan yerli, yabancı çok farklı insanlardan dinleyicilerim var. Eğer benim hayata karşı duruşum bir pencere açar ve bir ilham kaynağı yaratırsa, o zaman belki daha öncesinde tüketime dair, çevreye dair düşünmemiş insanlara bir örnek teşkil edip o zaman belki öyle bir dönüşüme katkı sağlayabilir. Bunu da ben yapmış olmayacağım aslında. Bu Tanrı'nın bana verdiği, özellikten ve bunun bana kattıklarından kaynaklanıyor.
"Karadeniz", "İstanbul's Secrets" ve "Sek"te birbirinden farklı formatlarda albümlerdi. Her albümde değişik bir şeyler denemeye devam edecek misiniz?
Hepsi kendi içinde telaşa sahip olan albümler. Böyle şeyler şarkıcıyı çok eğlendiren şeylerdir. "İnsanlar ne diyecekler, beğenecekler mi, beğenmeyecekler mi?" gibi şeylere hiç takılmıyorum. Takılsam bunların tadını çıkaramam. Bir yandan bunların tadını çıkarmak benim kişisel bir tercihim. Beğenmeyen dinlemesin ben kimseye empoze etmemek için bunlarla ilgili promosyon bile yapmıyorum. "Sek", Türkiye'nin en çok satan albümlerinden biri oldu. "Karadeniz" de öyle. Hatta "Karadeniz" albümünde klibim bile yok. Ben bu promosyonları yapmadım. İstedim ki insanlar kendileri baksın, alsın, merak etsin, dinlesin ve beğenirse arkadaşına tavsiye etsin ve öyle satış olsun. Promosyona ihtiyaç duymadan, insanların kendi keşiflerini görmek istiyorum. Beğenecekler mi, beğenmeyecekler mi gerçekten merak ediyorum. Çok satıp da satışlar bir anda dursaydı bu kadar mutlu olmazdım. Dört sene oldu hala satışı devam eden bir albüm bu. Belki ileride çok farklı bir şey yapar, yine ters köşeye yatarım hiç belli olmaz.
Peki en çok hangi albümünüzde kendinizi o müziğe daha yakın hissettiniz?
"Sek"... Kendimi en yakın hissettiğim tarz alaturka diyebilirim. İki sene boyunca radyo programı yaptım. O zamanlar piyasada arşiv serileri yoktu. Şirketimle tanışmamız da bu vesileyle oldu. Onlardan piyasaya çıkmamış, radyo ve taş plak arşiv kayıtları almıştım. Radyo programı da benim bu müziğe iyice tutkuyla bağlanmama sebep oldu. Dönem alt yapılarını zaten çok seviyorum ama bu demek değildir ki diğerlerini seviyorum. İki gözümden birini seçemiyorum. Hepsinin kendine has bir tavrı ve tarzı var. Hepsinde ayrı bir role bürünüyorum.
Günümüzde arabesk-fantazi sanatçıları son dönemlerde daha çok pop ve akustik alt yapılı şarkılar seslendirirken, sizin gibi genç jenerasyondan isimler de arabesk ve nostaljiye doğru dönüyor. Sizce bu dönüşümün kaynağı nedir?
Aslında dönüşüm demeyelim buna. Artık son dönemde eskisi gibi üretimler yok. Çağın gerektirdiği itibariyle herkes her şeye ulaşabiliyor. İnsanlarda yeni bir şey üretebileceği bir olgu kalmadı. Her şey ortada. Bütün acılar hikayeler. Yeni bir hikaye yok artık. Yeni hikaye olmayan yerden yeni bir müzik çıkmaz. Yeni bir müzik çıkmadığı için, herkes cepte ne vardı diye baktı. Ya da "Eldeki malzemeyi başka bir formata dönüştürsek nasıl olur?" gibi eldeki malzemeden yeni bir şey çıkarmaya çalışıyorlar. Ben böyle bir şey yapmadım. Çünkü sentez yapmadım, en has halini yapmaya çalıştım. Arşiv niteliğinde bir şey olması ön plandaydı. Dolayısıyla bugün artık yeni bir şey çıkmıyor. Son dönemde artık elektroniğe biraz daha döndü. İnsanların hayatı algılayışları değiştikçe, yaşam tarzları değiştikçe bu müzikal karşılıkları da değişecek. Her zaman da böyle oldu. Medeniyetle haşır neşir olmaya başladığından beri bu düzen böyle oldu.
İnsanları ters köşeye yatırmayı seviyorsunuz o halde...
Albümü yaparken ben piyasa koşullarını kriter olarak almam. Hedef kitle belirlemem. Albüm yaparken kimi nereden yakalarız gibi stratejiler kurmam. Müzik yaparken ve bunu albüme dönüştürürken kendi içime dönerim. İnsanlara ulaşabilmek veya onlara bir şeyi sevdirebilmek için önce benim sarılmam lazım, bana ait olması lazım. Benim bir parçam olması lazım. Bu parçayı ortaya kendi istediğim gibi koyamazsam, insanlara samimi bir şekilde ulaşamam. Az önce saydığım kriterlerim olmadığı için kimsenin aklında yokken alaturka albüm yaptım. Herkes benden altı sene öncesinde Karadeniz beklerken, bundan altı sene sonra yaptım. Kimse benden arabesk beklemezken, beni konumlandırdıkları, zarif, naif, şık yerden tam tersine farklı bir şey olarak arabesk yaptım.
"Sarhoş"un klibi de animasyon olduğu için kendi içinde bir farklılık gösteriyor. Buna nasıl karar verdiniz?
Televizyon çok seyretmiyorum ama gördüğüm kadarıyla kliplere bakıyorum. Ortada bir kişi, etrafında dans eden kadınlar, eğlence. Renkler belli, açılar belli, her şey belli. Ben sıkılıyorum aynı şeyleri seyretmekten. Bir de ben çocukluğumdan beri kendimi bir çizgi filmde görmek istiyordum. Yine hayalimi gerçekleştirdim. Çok tatlı bir klip olduğunu düşünüyorum. Arabeskin karakterine uygun olarak, 4.5 dakikada bir melodram anlattık. İlk klip için hangi şarkıya çekmemiz gerektiğine karar vermek için biraz beklemiştik ama şimdi insanlar birkaç kez yolda çevirip klip için tebrik ediyorlar. Bu arada sınırlı sayıda satışı mevcut olmak üzere plağı da çıktı. Bir tane edinirseniz bundan 15-20 sene sonra güzel bir mirasınız olur.
Görsel olarak da çok sade ama çok etkili ve nostaljik bir görsel çalışmasında görüyoruz sizi. Albümün görsellerinden bize biraz bahseder misiniz?
Böyle binlerce fotoğraf, tuhaf tuhaf pozlar yok. O kadar grafik tasarımı boşuna okumadık. Ben ne yapacağımı en başından beri biliyordum ama şansım yaver gitti. Karşılaştığım insanlar işimi çok kolaylaştırdılar. Gökhan Bulut ve Tan Kurttekin diye iki arkadaşla tanıştık o sırada. Fransız televizyonuna arabeskle ilgili belgesel çekiyorlardı. Onlar bana arabeskin tarihi ile ilgili çok ciddi bir kaynak sundular. Tesadüfen gittiğim bir yerde akademik kariyerleri olan arkadaşlarım bana editöryal yardımda bulundular. Güzel sanatları 8 senede anca bitirdim ama bir estetik anlayışım olduğu için ne yapmak istediğimi uygulayabileceğim biri lazımdı. Kapakta ne kullanalım derken Gökhan ve Tan benim genel fotoğrafımı çektiler bizim bahçede. Her şey bana denk geldi ve çok iyi bir sonuç aldım.
Geçtiğimiz aylarda sıkça gündem maddesi olan ve Fazıl Say'ın söylemleri ile başlayan arabeskle ilgili tartışmalar hakkındaki görüşleriniz neler?
Bunlar nereden baktığımızı tespit edip, bunun üzerinden tartışılması gereken şeyler. Başta söylediğim gibi, polemiğe girmek istemem ama bu müziğin güzel örneklerinin de güme gitmesini istemem. Kimseyle derdim yok, derdi olan yaşasın. Ben bu şarkıları seviyorum, bir iddiam yok. Beğenen dinlesin, beğenmeyen dinlemeyebilir. Bunun sosyolojik olarak ayrıca başka bir platformda tartışabiliriz belki ama ben bu anlamda çok ciddi antropolojik ve sosyolojik bir altyapıya sahip değilim. Bunu akademik kariyerleri olan insanların tartışmasını tercih ederim. Müzikal alt yapısı olan insanların bile bir yere kadar tartışabileceğini düşünüyorum bu olguyu. Haklı tarafları da haksız tarafları da olabilir. Bir olguya tek bir açıdan baktığımız zaman onun tek bir açısını görürsünüz. Farklı yerlerden baktığınız zaman yeni pencereler de çıkabilir. O zaman ön yargıların kalkması gerektiğini, bazı şeylerin tadının çıkarılmasının gerektiğini düşünüyorum. Sosyolojik bir şikayet varsa da daha örgütlü, daha eğitim ağırlıklı, sıkı çalışmaların yapılması gerektiğini, bunun için de idealist olmak gerektiğini, kuru kuruya konuşmanın kimseyi bir yere götüremeyeceğini düşünüyorum.
21.02.2011
www.aveamuzik.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder