19 Kasım 2009 Perşembe

"Brazzaville in İstanbul"da ikinci gün


Tom Waits'e meyilli baygın tok sesli, bıyıkseverlerin masum yakışıklısı Brazzaville vokali David Brown'u izledik 6 Kasım akşamı. Bu kadar zaman geçmiş üstünden yeni yazıyorum daha lakin kendime kızgınım. Birazdan geliyorum oraya, önce konser...

Efendim 6 Kasım akşamı Cuma'ya denk geldiği için kalabalık bir konserdi. Çok yüksek sesle konuşanı da vardı, sahnenin önünde tek başına David'e kilitlenen de vardı, konseri hiç sallamayıp arkadaşının kocasının arkadaşını nasıl aldattığını anlatan da, "sanırım ilk defa aşık oldum şu an" diye kızın birine asılan ve kızın da buna inanacağını düşünecek kadar saf olanlar da. Şahsen, Brazzaville'in gerçek dinleyici kitlesi bunlar değildi herhalde diye bi' düşünüp içimin kıyıldığı da oldu. Brazzaville'in "21st Century Girl", "Hastings Streets" ve "Welcome To Brazzaville" albümlerini yalayıp yutmuş bir dinleyicisi olarak konseri günlerdir bekliyordum zaten. Onlar her ne kadar "Brazzaville in İstanbul" albümleri kapsamında gelmiş olsalar da güzel bir gece olacağına emindim. Üşenmeyip biraz araştırdım. David amca resmen İstanbul müptelası çıktı! 4 yılda tam 15 konser vermişler İstanbul'da! Şehrimizi pek bi sevmişler ve Kim Ki O, Norrda, İstanbul Blues Kumpanyası gibi gruplardan tanıdığımız müzisyenlerle tanışıp Doublemoon markasıyla "Brazzaville in İstanbul" albümünü kaydetmişler. Jazz, folk, soft rock, bossa nova tınıları duyduğumuz Brazzaville müziği bu kez bol perküsyon, saz, mey gibi enstrümanlarla çeşitlenmiş ve ortaya hiç de yabancısı olmadığımız güzel bir Boğaz havası çıkmış. Basta Feryin Kaya, davulda Berke Can Özcan, gitarda Portecho ve Norrda'dan tanıdığımız, severek takip ettiğim Deniz Cuylan, kemanda da Ceren Aksan sahnede David Brown'a eşlik etti. Tabi ki malumunuz sigara derdi yüzünden Babylon'un önünde ciğerlerimizi nikotinle şenlendirirken grubun konsere çıkış anını kaçırdım. Bosphorus, Foreign Disaster Days, Magura, The Clouds in Camarillo, Super Gizi, Blue Candles, Barcelona, Motel Room, Lax gibi şarkılarını çaldılar. Genelinde en fazla yaptığım hareket olarak iki yana sallanırken sakin bir konser geçirildi. "Biraz daha kısık sesle konuşursanız kemanı duyabilirsiniz" diyen David Brown da sakinlik istedi zaten. Keşke şu müzik kulaklarımızdayken bir deniz kenarına ışınlansaydık dedim. Malum müzikler Akdeniz gibi kokuyor. David amca'nın seyirci ile iletişimi mükemmeldi. Ben hayatımda sahnede bu kadar sempatik bir adam görmedim. Gitgide Türkleşiyor herhalde 15 konserden sonra. Her şarkı arasında muhakkak seyirci ile edecek iki çift lafı oldu. Seyirciyi alkışlarla, ritimlerle interaktif olarak baya bi konserin içine kattı. Normalde uzun tuttuğu biste tamemen seyirci isteklerini aldı, seyirci ne istiyorsa hiç "ay yok, o olmaz, bidi bidimiz yok" demeden şarkıya girdi çaldı. Enstrüman eksikliği hissetse bile sadece kendisinin gitarı ile çalıp söylediği de oldu. Hatta bir ara baya öğretmen moduna girip "sen söyle ne istersin?" filan bile dedi. Hayatımda ilk kez ben de bağırarak şarkı istedim adamdan yüz bulup ama beni duymadı =/ Neticede evet kızgınım. Çünkü
ekşisözlük'te "Baltic Sea" çaldığı yazıyor. Ama benim duyduğum kadarıyla biste seyirci isteklerini çalarken iki kez "Baltic Sea"ye girip sonra insanların isteklerini çaldı. Belki çalmıştır tabi konserde ama işte sigara derdinden şarkımı kaçırmış olmam da kuvvetle muhtemel. Neyse ki, Babylon gururla sundu, biz de hali hazırda dinleyip sevdiğimiz David Brown'u ve Brazzaville-Türk müzisyenler ortak yapımını gittik izledik. Tabi Brazzaville'in İstanbul macerasını başlatan Zeynep Yosun Akverdi, Aylin Güngör ve James Hakan Dedeoğlu'na çok çok teşekkür...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder