11 Kasım 2009 Çarşamba

Konser sezonu açıldı haanıııımm!

Malumunuz mayıs sonu gibi açıkhava konserlerin sezonu açıldı. Bronz tenlerle, askılı bluzlar ve hoş parfüm kokuları ile güzelim açıkhava konserleri izliyorsunuz. Benim de gittiğim bazı konserler ile ilgili bi çift lafım var.


30.Mayıs.2009 - Miller Freshtival / Yer: Turkcell Kuruçeşme Arena

Miller'ın düzenlediği "en taze müzik festivali" adı ile lanse edilen Miller Freshtival gerçekten de adına yaraşır bir biçimde taptaze sesler çaldı kulağımıza. Portecho saat 19:00 civarı son iki şarkısını icra ederken girdiğimiz festival alanı her ne kadar gece sonuna kadar tam anlamıyla dolmasa da; festival, hedef kitlesinin beklentilerini karşıladı. Ayrıca VIP'de de dünyanın en yakışıklı çocuklarından biri vardı, giderayak göz banyomuzu da yaptık.

İtiraf ediyorum Les Passagers'ı bir tür müzik grubu zannetmiştim. Meğersem Fransa'dan buraya "uçmak" için gelmişler. Güzel de koreografileri vardı, boşuna o kadar yolu gelmemişler yani. Bellerinden bağlı uçarak dans eden bu ablalarımız ve abilerimiz, bir yandan da platformu boyadılar. Aktivitesi bol olan festivalde gözlerim bir tek bungee jumping aradı ama artık bungee "taze" tanımlamasına uymadığından olsa gerek sanırım, festivalde yoktu. Onun yerine Wii, Guitar Hero, Air Hockey gibi aktivitelerle oyaladık kendimizi. Festivalde Kung Fu, Portecho ve 1991 doğumlu headliner Gabriella Cilmi haricinde sahne alacak olanların hiçbirini tanımıyordum. Fakat bir an bile olsun sıkılmadım etrafa yayılan müzikten. Özellikle sahnede 2 saat kalan tek isim ve yine bir Fransız olan Joakim çok ilgimi çekti. "Industrial ritmlerle her dönemin vokallerini biraraya getirip taptaze bir sound" ortaya çıkarıyormuş bu arkadaşımız. The Whip, Friendly Fires bir süre sahne önüne seyirci çekebildiyse de festival alanı genelde boş olduğundan büyük bir coşku yarattı denilemez ama seyirciyi de sıkmadıkları kesindi. Saatler 23:00'ü gösterdiğinde Gabriella Cilmi sahnedeydi. "Sweet About Me" şarkısı ile dikkatleri üzerine çeken ve Amy Winehouse gibi büyük bir ismin küçük veliahtı olarak gösterilen bu kızcağız da güzel bir sahne performansına sahipmiş. Seyircisi genel olarak az olan festivalde enerjisinin düşük olması normaldir diye düşünüyorum, bir de üzerine daha konserinin başlarında "Sweet About Me" yi söyleyince festivali terkeden seyirci de eklendi tabi.. Sesi güzel, performansı güzel, şarkıları güzel. Duffy havası var desek daha doğru, öyle hemen Amy Winehouse demeyelim."Whole Lotta Love" söyledi, pek bir mutlu oldum. Demekki 1991 doğumlu yaşıtları daha s.ke sopa derken bu kızımız yalamış yutmuş. Öhöm, Led Zeppelin'i tabi.. Kısacası, alternatif bir cumartesi gecesi yaşamak için Miller Freshtival çok güzel bir seçim oldu..

5.Haziran.2009 - Teoman "Paramparça Senfoni" / Yer: Harbiye Açıkhava

5 Haziran akşamı senenin ilk Harbiye Açıkhava açılışını yaptım, hayırlı olsun. Harbiye o gece Teoman'ı ve silah arkadaşları olan senfonikleri ağırladı. Teoman'ı ilk kez senfoni ile izlediğimden konsere dikkat kesildim. Ha tabi Harbiye seyircisi etkeni de var tabi. Biletlerimizde 21:00 yazmasına rağmen geleneğini bozmayan Teoman, yine bir saatlik rötarla sahne aldı. Smokini, sehpası, papyonu ile pek bir aile çocuğu gibi duran Teoman'ın yanaklarını sıkasım geldi. "İstasyon İnsanları" ile açılışı yaptığı "Gönülçelen, On Yedi, Güzel Bir Gün, Renkli Rüyalar Oteli, Paramparça" gibi eski albümlerini icra ettiği bir konser izledik. "İki Yabancı" beni oturduğum yere çivileyen, gecenin şarkısıydı. İsterdik tabi vokali ile Şebnem Ferah sahneye arz-ı endam etsin ama "acaba gelir mi lan" diye heyecanlandığım anda Ayşegül İnci sahne aldı. Teoman'ın senfonide soloları çaldığını iddia ettiği "Taylan" adlı arkadaş kendini yırttı da yırttı ama ben kendi adıma asla solo duyamadım. Teoman' ın hali hazırda senfoniye çok yatkın olan melodilerine, senfoni orkestrası da çok özenli düzenlemeler yapmış, vizyonda yer alan görüntüler de bu kadar güzel seçilebilirdi ayrıca. Teoman'ın gitar, davul vs. gibi enstrümanları katmaması daha iyi olmuş sanki. Bir de onlar olsaydı ses boğulurdu gibi. Senfoni yeterince güçlü güçlü geliyordu zaten. Yeni albümü "İnsanlık Halleri"nden sadece "Mavi Kuş ile Küçük Kız"ı seslendirdi Teoman ve heyecanla "Çoban Yıldızı" bekleyen büyüüük bir kitleyi de hayalkırıklığına uğrattı. Napalım, kendi deyimi ile "bu sene bu kadar, seneye artık!" Bu arada kendime hatırlatma: Teoman'la yapacağım röportajda ona konser repertuarını nasıl hazırladığını sorucam. İnsanın 8 albümü, birbirinden güzel şarkıları olunca nasıl seçim yapıyor merak ediyorum doğrusu. Sahneye geç çıkma geleneğini bozmayan Teoman bu defa bir geleneği bozdu ve şarkıların sözlerini unutmadı! Tüm şarkıları doğru söyledi bir de üstelik. Senfoni seyircisi ile azılı Teoman seyircisi biraraya gelince ilginç görüntüler oluşuyor. Arada bağıran çağıran, şarkı isteyen, Teoman'ın halini hatrını soran kitle de oldu tabi. Kendilerini önlerine çerez atılmış kafes hayvanları gibi hissetmesinler diye Teoman azılı seyircisine, arkasında çalan ekibin senfoni olduğunu, böyle şeylere alışık olmadıklarını izah etti. Gecenin en çok güldüren Teoman dialoğuydu hatta. Gecenin başında papyon-smokin iki dirhem bir çekirdek sahne alan Teoman, kendini zorladıkça birer birer attı üstündekileri. Mikrofonunu da doladı bir güzel boynuna. Rahat adam öyle şarkı söyleyebilir mi zaten.. Kısa pantolon paçaları ve detonelerini gözardı edersek eğer, birçok insanın "ya sıkılıcaksın gitme hiç" dediği bir konserde hiç de sıkılmadım diyebilirim. Senfoniye de koccccaa bir alkış..

09.Haziran.2009 - Bluesaint / Yer: Galatasaray Lisesi

Asıl amacımız GS Lisesi önünü buluşma alanı olarak kullanmaktı. Amacımızı gerçekleştirdikten sonra Galatasaray Lisesi'nin önünde konuşurken sanki gitgide sesi yükseliyormuşçasına blues bizi içeri çekti "hadi girelim yahu" dedik ve daldık festivalin içine. GS Lisesi'nde Bluesaint ve Bora Uzer günüymüş o gece. Bora Uzer'i pek bi severim, yere göğe sığdırılamayan sahnesini de izlemeyi çok isterdim ama artık 2 haftadır doğru düzgün ev yüzü göremediğimden kalamadım. Bluesaint dinleye dinleye girdik içeri. Çok kalabalık olmayan, kendi halinde bir konser alanı, tam lise şenliği işte. Bizim zamanımızda böyle şeyler mi vardı? Anca okulun beş çayları olurdu, ona da meşrutiyet çocuğu gibi hazırlanır giderdik zaten. Şimdi bu bahçede gördüklerimin üzerinde son moda kıyafetler, fotoğraf makinaları, Bluesaint çalıyor onlar dans ediyorlar, bi heyecanla Bora Uzer'i bekliyorlar filan. Adından da anlaşılabileceği gibi Bluesaint, blues icra eden, hem de bunu çok keyifli bir şekilde yapan bir band. Tanju Eren, Güven İlter gibi daha önce isimleri kulaklarımıza aşina olmuş iyi isimler çalıyor. Güray Oskay grubun gitar-vokali. Tipine baksanız hiç front man demezsiniz. Ama sesi, enerjisi, seyirci ile iletişimi, samimiyeti, enstrümanına hakimiyeti, güleryüzü.. Hepsi 10 numaraydı. Gözüme çarpan bir diğer şey de "Mustang Sally"ye birebir eşlik eden lise tayfasıydı. Büyüdüğümü kabul etmediğimden mi olsa gerek bilmiyorum ama sanırım liseliler artık hafife alınmamalı. Ben o zamanlar bilmezdim "Mustang Sally" filan. Belki GS Liseli olmanın bir avantajı da olabilir tabi. Sorun bakalım Mahmut Paşa Lisesi hazırlık öğrencisine, bırakın "Mustang Sally"i, "Mustang"in bir araba olup olmadığını bile bilmez belki. Neyse efendim konu dışına taşmalıyım. Bundan böyle gözüm Bluesaint'in üzerinde..

10.Haziran.2009 - Patricia Kaas "Kabaret" / Yer: Harbiye Açıkhava

Yine güzel bir Harbiye Açıkhava gecesi. Konsere gideceğim saatler kala belli olurken, çok bayıldığımdan değil dünya gözüyle bir Patricia Kaas görelim mantığıyla konserdeki yerimi aldım. Yanımda da tercümanım Melis. Harbiye'de o gece Patricia Kaas seyircisi oldukları direk göze çarpan, ikinci üçüncü Patricia Kaas konserini izlemeye gelmiş orta yaş bir kitle. Gördüğüm 10 kişiden 5'i takım elbise ve klasik giyimli. Bir de nereye baksam hamile kadınlar dikkatimi çekiyor. Konser alanı doldukça doluyor, ayrıca sigara dumanının yükselmediği bir gecedeyiz. Bir ara sigaramı yakıyorum, yanımdaki teyze uyarı mayetinde numaradan bi "öhö, öhö" yapınca alıyorum sinyalimi ve sigaramı söndürüyorum. Saatler 21:15'i gösteriyor ve sahnede tüm zerafetiyle bir profesyonel. Beklentim, açıkçası hakkında çok da bir şey bilmediğim için Patricia ablamızın ayaklı bir mikrofon önünde uzun bir gece elbisesi ile assolist gibi dikileceği yönündeydi. Konser sonunda ise resmen ağzım açık kaldı diyebilirim. Français'lerin Madonna'sı 43'lük Patricia Kaas taş gibi! Durmadan dans ediyor, tek bir detonesi yok. Koreografiye birebir uyuyor, enerjisi ve iletişimi Türkiye'de konser veren bir Fransız'a göre çarpı 10. "Kabare" konseptindeki konserinde en az "Mademoiselle Chante le Blues" Patricia Kaas kadar, dansçısı ve müzisyenlerinden de gözlerimizi alamadık. Dünya üzerinde herhalde bu kadar karakteristik ses çok azdır. Konuşma tonu bile yatağa çağırır gibi. Bir de buna bale/modern dans eğitimi aldığı yüzde binbeşyüz aşikar olan sanatçının dansı da eklenince ortaya çok güzel bir görüntü çıkıyor. İstisnasız her şarkıdan sonra seyircisinin önünde eğildi Patricia Kaas. Dansçısı bizleri oyalarken, arada gitti kıyafet değiştirdi. Birbirinden güzel kıyafetler içinde geri geldi. Sahneye bale barı getirtip, üzerinde sadece büstiyerle barla beraber dans edip şarkı söyledi. Yetmedi, çıplak ayakları ile sandalyede dans etti. Adını kesinlikle bilmediğim, ama Patricia Kaas'ın bildiğim iki şarkıdan bir tanesi olan o güzel slow şarkısında neredeyse gözlerim dolacaktı. Zaten seyirci de bir tek o şarkıyı biliyordu galiba en çok o şarkıda alkış koptu. Dikkatimi çekense, şarkının canlı performansının kayıtla aynısı olmasıydı. Sanki playback dinliyor gibiydim. Konser bitimine yakın, sanatçı sahnedeyken salonu terkeden seyirci adına ben utandım. Kendisinden beklenmeyecek kadar sempatik olan Kaas, konseri alkışlarla bitirdi ama çok da bekletmedi bis için. Profesyonel, tekrar sahneye arz-ı endam edince bir anda konser alanına Yeliz'in yanık sesiyle "Bu Ne Dünya Kardeşiiiimm" şarkısı yayıldı. Cahide'den gelen ve yaklaşık 1 dakika kadar süren bu ses kesinlikle gecenin skandalıydı bence. Fransız öpücüğümüz Kaas, Eurovision'da seslendirdiği ve beni televizyona kilitleyen "Et s'il fallait le faire" şarkısını bise saklamış. İyi de etmiş. Tadı damağımda kaldı şarkının. Patricia Kaas, dün gece Harbiye Açıkhava'nın tamamını dolduramadı belki ama bizim ruhumuzu dün müziği, sesi, zerafeti ve danslarıyla kesinlikle doldurdu...

Edit: Adını bilmediğimi söylediğim şarkı "Les Hommes Qui Passent"miş.

Özel Teşekkür:

Madi Clara'yı hayatıma sokan Taylan'a, Mehmet Turgut'a "siz kimsiniz?" dediği an aklıma geldikçe yine beni güldüren Nagihan'a, çikolata soslu Dark Berry Mocha Frappuccino'yu repertuarlarına ekleyen Starbucks'a, Fransızca tercümanım Melis'e, basın masası görevi üstlenen Ali Deniz'e, işlerimde benden yardımını esirgemeyen Egemen'e...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder